Post modern darbe olarak adlandırılan 28 Şubat sürecinin üzerinden 27 yıl geçti. Ordu-bürokrasi-medya-Azgın STÖ merkezli işbirliği ile başlayan sürecin; Türkiye Cumhuriyeti tarihinde, daima kara bir leke olarak anıldı. İşbirlikçi hainler tarafından, milletimizin ayaklarına pranga vurulmak için yapılmış bu darbenin asıl hedefi dindar insanlardı, mağdur edildi, ötekileştirilmek istendi.
İsrail'in ve Amerikan'ın isteği üzerine İsrail yanlısı genelkurmay 2. Başkanı olan Çevik Bir ve diğer amerikan ve İsrail hayranı kuvvet komutanları post darbe yapmışlardır. Çevik Bir, dönemin başbakanı Necmettin Erbakan'ı devre dışı bırakarak İsrail ile askeri anlaşmalar yaptırdı.
Bu süreç içerisinde İslami duyarlılık birinci düşman ilan edilerek, İslam’ı sembolize eden ne varsa “topyekûn savaş” mantığıyla yok edilmek istendi. Yalaka medya, topyekûn savaş çığlıkları attı. Basın ve yazarlar, ahlaksızca bir tutum sergilediler. Gazeteciler, yargı mensupları, bilumum ülke yöneticileri, cuntacı askerlerin verdikleri brifinglerde görünmek için takla attılar. Bunlardan biri de Müslüman görünümlü akp hükümetinin, kendi arka bahçesi olan televizyon kanallarında boy gösterip, rezil bir tutum sergileyen, cunta darbesi sürecinde, asker postalı yalayan Fatih Altaylı denen seviyesiz ve düşük profilli alçak, başörtülü kızlara fahişe diyecek kadar çukurlaşmıştır. Merhum gazeteci Hasan Karakaya, onu milletin içine çıkmayacak şekilde ..ka batıp çıkardı. Tık bile demedi. Yine köşe yazarlığı yapan ve yıllar önce öldürülen Ahmet Taner Kışlalı; köşe yazısında top yekûn savaş demiş ve orduyu, Müslümanların üzerine gitmesi için kışkırtmıştı. A.Taner Kışlalı’nın Basın Yayın Yüksek Okulundan eski öğrencisi olan ve İslam ekonomisini Kışlalı’ya anlatan, onun da sınıflarda anlatmasına vesile olan O dönemin gazeteci ve yazarı Ramazan Yılmaz; aylık çıkardığı Kurani Mucahede dergisinde Kışlalı’ya “Sayın Kışlalı, galiba Türk Ordusunu Rus Ordusuna benzetiyor. Hâlbuki Türk Ordusu başörtülü anaların, sakallı babaların çocuklarından oluşmaktadır, böyle bir asker kendi anasına ve babasına silah çeker mi? şeklinde başlayan bir yazı ile cevap vermişti.
Bu azgın sürecin azgın savcısı iken, Müslümanlara verdiği haksız zararlardan ötürü, daha sonra Allah tarafından rezil ve rüsva edilen DGM savcısı Nuh Mete Yüksel, Ramazan Yılmaz’ın Kurani mücahede dergisindeki bu yazısı ve benzer yazıları üzerine, önce Hizbullah liderlerinden gösterip, A. Taner Kışlalı’nın öldürülme emrini veren biri olarak iftira ederek, Çete Kurmak maddesi olan 313. maddeden tutuklamış, ancak namuslu DGM savcılarının tepkileri ile ispatlamayınca, bu sefer 312. maddeden tutuklamıştır.
28 Şubat denen alçak postdarbe sürecinde en çok benim ailem mağdur oldu. Kurani mucahede yayınları sahibi Gazeteci-Yazar ağabeyim Ramazan Yılmaz, Nuh Mete Yüksel’in marifetiyle 10 yıldan fazla ceza aldı, 3 yılını Ulucanlar ve Çubuk cezaevlerinde yatmasına neden oldu. Basın affı ile tahliye olunca, tekrar tutuklanmasını istedi. Bunun üzerine yurt dışına hicret etti.
Merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun gayretleriyle bu zulümler, basında yer aldı. Sağlık İş Sendikası Genel Başkanı Merhum Mustafa Başoğlu basın açıklaması yaptı. Basın Konseyi başkanı Sayın Oktay Ekşi de basın açıklamasında, Türkiye'de tek tutuklu gazeteci yazarın Ramazan Yılmaz olduğunu belirtti.
İHD Başkanı Sayın Hüsnü Öndül'e rica etmem üzerine ricamı kırmadı ve benim de kurucu üyesi olduğum Mazlum-Der'in genel başkanı Yılmaz Ensaroğlu ile beraber basın açıklaması yapalım dedi. İlk arayışımda konuyu ilettiğim Y. Ensaroğlu, sonraki aramalarıma korkudan cevap vermeyerek kayıplara karıştı.
16 Temmuz Fetö darbesi denilen uyduruk darbede kendilerini yaralayıp, darbe mağduru gazi!! Unvanını elde edenlerin olduğu gibi, 28 Şubat sürecinin akabinde de, sahte siyasi ve dinci mağdurları menfaat gurupları türedi ve ihya oldular.
Darbenin her türlüsüne karşıyım. Çünkü darbeler genellikle jakoben ve militarist zihniyetlerin, ekonomik ve siyasi menfaat elde etmedikleri zamanlarda darbe kışkırtıcı işadamları ve STÖ tavırlarıyla paralel olmuştur. Her darbede ülkenin kaynaklarını peşkeş çeken cuntacı askerler, 28 Şubat Sürecinde, onlarca bankanın 400 milyar dolara yakın içinin boşaltılmasına bilerek neden olmuşlar, ülkeyi batırma noktasına getirmişlerdir. Bu süreç, Başbakan Necmettin Erbakan'ın, İsrail'i koruma konusunda Amerikan'ın isteğini ret etmesi üzerine, nur topu gibi bir akp hükümetinin doğmasına zemin hazırladı
28 Şubat Post modern cunta darbesini kolaylaştıran etkenlerin başında, Müslüman kılıklı görünüp, darbecilerin paralı ve parasız uşakları olan bazı aşağılık insanların tutum ve davranışlarını sayabilirim. Bunlardan biri de telekız olduğu ve pavyonda çalıştığı medyada söylenen TV ekranlarını uzun süre meşgul eden 'irtica' haberlerinin başlıca konuğu Fadime Şahin isimli artistin, rolünü çok ustaca yapmasıdır. Aczimendi Tarikatı’nın ağına düşüp iğfal edilmiş mağdur kızı olarak tanıtıldı. Yine eroinman olan ve Müslümanlıkla hiç ilgisi olmayan bir başka piyon, Fadime Şahin’in “Bana tecavüz etti” dediği sahte Şeyh Ali Kalkancı’nın da işsiz güçsüz bir alkolik olduğu Yeni Şafak’ın yayınladığı Ergenekon davasına gizli tanık olan kişinin ifadelerinde yer aldı.
Refah Yol hükümetinin yıpratılması sürecinde bir anda ortaya çıkarak inançlı insanları töhmet altında bırakan, medyanın cilaladığı Müslüm Gündüz, Fadime Şahin, Ali Kalkancı üçlüsü hakkında ortaya atılan iddialar, o korkunç günlerin acısını çeken insanların adeta kanını dondurdu. Müslüm Gündüz denen zavallı, Fadime Şahin ile basıldığında, polislere “nerede kaldınız yahu” sitemi akıllara sorular getiriyordu. Yine Sincan Belediye başkanının İran elçisi ile Kudüs Gecesi düzenlemesi, başbakan Necmettin Erbakan’ın, sanki çok önemli imiş gibi, Başbakanlık konutunda dini cemaatlere verdiği iftar yemeği işin tuzu biberi oldu.
İstanbul Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksek Okulu öğrencisiyken başörtülü olduğu gerekçesiyle final sınavından polis zoruyla okuldan çıkarılan evli ve hamile Nuray Canan Bezirgan, Polis tarafından dövülünce, çocuğunu düşürdü. Daha sonra da 6 ay hapis cezasına çarptırılmıştı. Aynı şekilde İmam Hatipte okuyan bir kız öğrenci, başörtülü öğrencilerin okula alınmaması nedeniyle, derste olması gereken saatte yolda yürürken bir kamyonun altında kalarak feci şekilde can verdi. Bir diğer kız ise yine okula alınmadığı için bir kamyonun çarpması sonucu bacağı kesilerek sakat kaldı. Yine başörtüsü mağdur bayanlar ve kızlar, ağır cezalar aldılar ve idamla yargılandılar.
Yine aynı dönemde, 400 milyar dolara yakın bankaların içinin boşaltılmasında büyük emeği! geçen dönemin başbakanı olan ve daha sonra Romanya’da kumar oynarken burnu kırılan Onbaşı Mesut Yılmaz, İmam Hatipleri ve Kur’an Kurslarını askerlerin emri ile kapatmasını, iyi bir marifetmiş gibi, Nevşehir’de Hacı Bektaş-ı Veli Anma toplantısında “Size bir müjde ile geldim diyerek” eğitime yaptığı ihaneti övmüştür.
Yine onlarca yıl önceden başlamak üzere devletin bütün kademelerine yerleşen Fethullahçılar, 28 Şubat sürecini çok iyi değerlendirmişler, hem darbeyi desteklemişler, hem de dindar insanların bürokrasiden atılmalarını ve ceza almalarına önayak olmuşlar ve fırsattan yararlanmışlardır. O dönemdeki Fethullahçı, mezhepçi, laik savcı ve hakimler; dindarlara ağır cezalar verdiler. Onların lehlerine olan delilleri kararttılar. Böylece Fetö üyelerini devletin bütün kademelerine kolayca yerleştirdiler. 25 yıla yakın her zaman söylüyorum, Fetöcüler diğer Müslümanları bürokraside dışladılar, düşman gözü ile baktılar. Sistem de bunlara çanak tuttu. 2002 yılında iktidara gelen akp hükümetleri de Amerika’nın isteği doğrultusunda onlara çanak tuttu ve bürokraside, orduda, yargıda, emniyette palazlanmalarına göz yumdu. Menfaat çatışması olunca birbirlerine düşman oldular.
O zaman Türkiye’nin her tarafında yapılan başörtü yasağını protesto edenler hakkında, anayasal düzeni yıkma suçlamasıyla dava açan utanmaz savcılar türedi. Başörtülülerin kimisi idamla yargılandı. Bu zulümlere tepki gösteren gazeteci ve yazarlar gözaltına alındı, tutuklandı. Medyadan okuduğumuz kadarı ile o dönemin mağdurlarından şu anda en az 550-600 Müslüman cezaevlerinde yatmaktadırlar.
28.02.2024